top of page
Harita_Bodrum_01A_edited.png

Kayık1934

motorsuz ekolojik yelkenli

Doğallığa Dönüş, bir mini ekokültürel habitat, bir nefes alanı yaratma girişimi

Doğallığa Dönüş - Motorsuz Ekolojik Yelkenli
Nasıl Geldim Buraya?

"İki arada bir derede, iki parçaya bölünmüştüm sanki. Biri dayatılan, diğeri arzuladığım. Sanırım bu proje, bu girişime şekil veren düşünce, ilk başta farkında değildiysem de bu ikilemden doğdu."

İlk önce projenin öyküsü. Biraz fazla bir yer ayırdım bu kısma. Çünkü beklemediğim bir mücadelesi ve aydınlanması oldu bu girişimin, hem projeyi hem de beni dönüştüren. Bu girişimi tam anlamıyla anlamak için bu dönüşümün öyküsünü bilmek gerekiyor diye düşünüyorum. O yüzden ilk önce öyküsü. Ardından kısaca projenin geleneksel denizcilik de dahil hedeflerine geçiyorum. Doğrudan oraya da gidebilirsiniz, gerçi epey aşağıda, ama bence ilk önce öyküyü okumalısınız. 

İlk Dünyam, İlk Habitatım, İkilemim  

Odysseus 1973.jpg

1973 yılı Bodrum limanı. Uzun direkli tekne Odysseus, ilk teknemiz. Benim de ilk habitatım diyebilirim. Böyle bir kasabada şekillenmeye başladım. Foto: Ali Şengün arşivinden.

"Sekiz yaşında tanıştım denizle. Mavi yolculuktu işimiz. Yılın yarısı deniz ve doğa. Yetmişli yıllar, kıyılar, koylar her yer boş. Çocuk bir miço ne yapar bu durumda? Aralarda dağlara kaçar. Yetişkinler arasındaki yegane oyun alanım. Kışlarım da pek farklı değildi, köyden biraz büyükçe Bodrum'da. Dağlar, kırlar, doğa. Bir de kitaplarım.  
 
Sonra üniversite, yurt dışı, kent yaşamı, modern yaşam. Purdue Üniversitesi. Makine mühendisliği. Son dönem "bu ben değilim" deyip terk. Yine deniz. Sonra tekrar üniversite. Bu sefer UC Berkeley. Antropoloji ve arkeoloji. Biraz da tarih. Çeşitli işler, sorumluluklar, hayat, ilkinden çok farklı ikinci bir yaşam.

Pek uyamadım ikinci yaşamıma. Kötü de değildi ama ilki hep içimdeydi. İki arada bir derede, iki parçaya bölünmüştüm sanki. Biri dayatılan, diğeri arzuladığım. Sanırım bu proje, bu girişime şekil veren düşünce de, ilk başta farkında değildiysem de bu ikilemden doğdu.  

Timuçin Binder Cihat Kurutaş Odysseus 1970ler

Baba oğul seferde. Cihat Kaptan (Kurutaş)

WhatsApp Image 2022-02-08 at 17.44_edite

Odysseus, büyüdüğüm yelkenli  

Tabii sadece bu değildi beni buraya getiren. Geri döndüğümde büyüdüğüm yeri, o ilk dünyamı, habitatımı bulamadım. Modern yaşam tamamen farklı bir şeye dönüştürmüş, sanki katletmişti. 

 

Sadece kasabam da değildi katledilen. Bir zamanlar çalıştığım o kıyılar, oralardaki diğer yerleşimler de aynı yazgıyı paylaşmış, vahşi kapitalizmin kurbanları olmuşlardı.

 

Sadece yerel de değildi sorun. Küreseldi, her yerdeydi. Yerküremizi, gezegenimizi, asıl yuvamızı da bozmuştuk. Bir yanda iklim krizi, diğer yanda ekolojik krizler. Bu arada biz de bozulmuş, giderek doyumsuz, mutsuz, sürekli harcayan ve tüketen, duyarsız bireylere dönüşmekteydik. ​

Kayık1934 Doğuyor - İlk Düşünceler  

Balıkçı'dan  İlham

Bu tür düşüncelere takılınca, insan kaçmak, kendini kurtarmak istiyor. Öyle olmadı bende. Her şeye rağmen hayat sürüyordu ve o sırada eski yelkenlere kapılmış, onları araştırıyordum. Ara sıra "ah, bir tekne olsa da, şöyle on metre, bu yelken tiplerini deneyebilsem" diyordum. Ama tam bu olmadı projeyi başlatan.

 

O sırada Ege denizciliğiyle ilgili bir kitap yazmaya çalışıyordum. Seksen, doksan sayfa kadar yazmıştım da. İlk bölüm denizcinin denizi nasıl algıladığıydı. Kendi deneyimlerimden yola çıkmıştım bu kısım için ama algılarım nispeten zayıflamıştı. Yenilenmeleri gerekiyordu. Keşke tekrar denize açılabilsem de bu kitabı öyle yazsam diye düşünüyordum. 

Tam o sırada Halikarnas Balıkçısı'nın sürgün cezasından sonra ilk kez denize açılıp motorsuz bir yelkenliyle Knidos'a gidişini okudum. İlk kez Arşipel'le buluşmasını. Çok etkilenmiştim. Ben de yaşamıştım buna benzer bir şeyler ama tam bu değildi. Bunu yaşamalıydım. O döneme ait bir yelkenliyle bunu tekrarlamalıydım. Asıl denizcilik buydu. Şöyle on metrelik ama kesinlikle motorsuz, doğayla baş başa. Sadece yelkenli.

 

Yapabilirdim. O kadar para yoktu ama kaba gövdesini bir ustaya yaptırıp kalan ayrıntıları ve yelken armasını ben yaparsam olabilirdi. Yazın değil de diğer mevsimlerde çıkarsam, iyi kötü eskiyi, orijinali yakalar ve yazardım.

Latmos_Şelale

SIk sık dağlara da kaçıyor, düşüncelerimle baş başa kalıyordum. Foto: Aşkın Karaduman

Etik İkilemden Paylaşımcı Projeye

Fikir güzeldi, kulağa hoş geliyordu gelmesine ama artık o kadar kolay değildi tekne yaptırmak. Hâlâ düzgün ustalar vardı ama iş ahlakı genelde epeyce gerilemişti. Gerçi bu basit bir işti, sorun çıkmayabilirdi.

 

Haydi bunu çözdüm, bencillik ne olacaktı? Sırf kitap yazmak için tekne mi yapılırdı?  Tamam, denizcilik araştırmaları ve bir tür müze-gemi yaratmak kamusal yarardı ama yine de rahatsız ediyordu beni bu fikir. Nesnelerin giderek boğduğu dünyamıza bir nesne daha eklemek doğru muydu? Hem de bireysel kullanım için. Ekolojik krizlerimizin ardındaki temel sorun da bu değil miydi? Evler, arabalar, yelkenliler, nesneler, nesneler ve giderek daha fazla kaynak kullanımı. 

 

Evet, biraz bencilce bir yanı vardı bu arzumun ama daha önemlisi, niye denizi anlatmak için kitap yazmak istiyordum? Deniz metafordu, amaç kaybedilmiş bir dünyaya işaret etmekti. Niye bir kitap? Niye bu yelkenliyi o kitaba dönüştürmüyordum? Eğer hem Balıkçı'nın hem de kısmen benim yaşadığım bu deneyim bilinmeli diyorduysam, hatta toplumsal ve ekolojik sorunlarımızın ardında bu dünyanın kaybedilmiş olmasını görüyorduysam, niye deneyimi paylaşmıyordum? ​​

Böylece bu deneyimi okumayacak, yaşayacaklardı. Bedenleriyle, kendi güçleriyle bir yelkenliyi hareket ettirecek, eskisi gibi birlikte yiyip içecek, sohbet edecek, keyif alacaklar, o doğallığı yaşayarak modern kültürün bizden ne aldığını göreceklerdi.

 

Özellikle çocuklar ve gençler için çok değerli olabilirdi bu deneyim. Modern yaşama alternatif  bir perspektif görebilir ve belki de ileride daha az harcayan, tüketen, yok eden ve çevreye daha fazla değer veren bireylere dönüşebilirlerdi.

Etik sorunumu çözmekle kalmamış, güzel bir proje de çıkartmıştım. Elbette dünyayı kurtarmak değildi amacım. O derece idealist değildim. Yerel düzeydeki olumsuzluklara, bozulmaya karşı bir şeyler yapayım, benim için yeterliydi. İlk başta düşündüğüm buydu.

Bulutlar.jpg

Usta Sorunları - Neredeyse Vazgeçiyorum  

Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Pazarlıksız anlaştığım usta insanları oyuna getirerek para kazanan biri çıktı. Biliniyormuş ama kimse zahmet edip uyarmadı. Verdiği ilk fiyatı, biraz işten sonra üç katına çıkartınca bütçe dağıldı. Bunu öyle bir anda yaptı ki, henüz postalar monte edilmemiş, her şey oynuyordu. Ya kabul et ya da al git, diyordu ama böyle gider miydi? Para da kalmamıştı. İşte bu yüzden tekne yaptırmak istememiştim. Niye kendi öğüdümü dinlememiştim? Herhalde bu projede böyle bir sahtekarlık denenmez diye düşünmüştüm. Yanılmışım, vahşi kapitalizmin iş ahlakı ayrım yapmıyormuş. Proje daha baştan çökmüştü.

Yapacak bir şey yoktu. Bu fiyatı ödeyemezdim ama bir yolunu bulup ödeyebilsem bile burada kalmazdı bunu yapan. Bir kere başladıktan sonra aynı oyun devam ederdi. En iyisi daha yolun başındayken vazgeçmekti. Projeye parasal destekleyenler olmuştu. Azdılar. Çalışır öderdim. 

Vazgeçemedim. Bazı mektuplar geldi o sırada. Projeyi takip edenlerden. Fazla değil, birkaç mektup. Sorundan habersizdiler, projeden heyecanlanıp yazmışlardı. Aralarından bir cümle çok etkiledi beni. Siz yaptıkça, başardıkça sanki benmişim yapan gibi seviniyorum anlamında bir cümleydi. Parayı iade ederdim de bu duyguların iadesi yoktu. "Kusura bakmayın, her zamanki gibi oldu, hayalimiz çalındı" mı diyecektim? Para yerine konuyor da hayal konamıyor. 

Aslında durumum epey kötüydü. Hadi götürdüm, nereye götürecektim? Ayrıca hesabımda pek bir şey de kalmayacaktı taşıdıktan sonra. Ben böyle kara kara düşünürken bir de evde Özlem demez mi, "bu güzel bir proje, yapılmalı, para bir şekilde bulunur." Ah, ben de istiyordum bunu da parasal gerçekler de vazgeç diyordu. Delilik olurdu yola devam etmem ama teslim olmak da ağırıma gidiyordu. Güzel işler hep böyle mi sonlanmak zorundaydı?

Henüz postaları tamamen monte edilmemiş kayığımızın ilk taşınması. Hedef başka bir usta ama o da olmayacak.

Tam o sırada bir usta aradı. En azından kayığı götürebileceğim bir yer çıkmıştı. Yine pazarlıksız kabul ettim teklifi. Taşıyacak aracı da bulunca, yükledim 12 metrelik henüz monte edilmemiş tekneyi ve 40 km öteye taşıdım.

İlk başta her şey yolunda gibiydi ama bir süre sonra burada da işin rengi değişti. Usta başka iş aldı, işi yavaşlattı, hatta bıraktı uzun bir süre ve sonunda o da kafasına göre fiyat arttırdı. Yahu pazarlık da etmiyorum, yine olmuyor. Tekrar ya öde ya da al git tehdidi.

Sonunda tepem attı. Bunlarla mı uğraşacaktım? İki yıl olmuş, hem zaman hem de para gitmiş ama hâlâ yüzde yetmişi, hatta sekseni yapılmamıştı. Güzel duygularla başlamıştım ama içine etmişlerdi.  

İş Başa Düşüyor  

Artık vazgeçemezdim de. Satabilirdim ama istemiyordum. Aramda duygusal bir bağ oluşmuştu kayıkla. Epey emek vermiş, inanmıştım bu projeye. Başka bir usta olabilirdi ama yılmıştım artık. Üstelik o yüksek işçilik fiyatlarını da ödeyemezdim, dibe vurmuştum. Tek bir seçenek vardı. Son parayla aldığım keresteler duruyordu. Ben yapacaktım. Ama değil tekne yapmak, çıraklığını bile yapmamıştım. Ne atölyem vardı ne de büyük aletlerim. Zamanım da sınırlıydı. Öyle günde sekiz saatimi tekne yapmaya ayıramazdım. 

İlginç bir yöne kaymıştı proje. Sanki sınanıyordum. Mevcut sisteme karşı mı çıkıyorsun, haydi göster o zaman cesaretini? Ya kuyruğumu kıstırıp köşeme çekilecektim ya da ben yapacaktım bu yelkenliyi. Beceremeyebilir, bu mücadeleyi kaybedebilirdim sonunda ama kaybetmek bile yıllar sonra "acaba olabilir miydi, acaba yapabilir miydim" diye sormaktan daha iyiydi. Hayır, bu soruyu sormayacaktım. Hem çırak hem de usta olup bitirecektim bu kayığı, bu tırhandili. 

Kayık1934 başlangıçta

Ustalardan kurtardığım kayığa bu halde başladım. Atölye yok, bir zeytinlikte, el aletleriyle, tamamen deneyimsiz ama bitirmeye kilitlenmiş. 

Kayık1934 Ekolojik Ruhunu Arıyor 

Bugün karşılaştığımız ekolojik krizlerimizin ardındaki ana sebebin modern insanın içinde yaşamaya zorlandığı yapay habitatın onu evrimsel doğallığından uzaklaştırarak hem bedensel hem de zihinsel olarak sömürgeleştirilmesi ve bundan kaynaklanan mutsuzluğu olduğunu düşünüyorum.

Ne Yapmak İstiyordum?

​​Sağ olsun, bu sırada, proje sayesinde tanıştığım balıkçı ve tekne ustası arkadaşım Murat Gül, kendi imkanlarıyla Giresun'dan kalktı geldi ve on gün boyunca bana hızlandırılmış bir kurs verdi. Bu işteki yegane ustam oldu. Tabii on günde tekne ustası mı olunur, daha öğreneceğim çok şey vardı. Onları da kendim öğrendim. Ama sadece bu değildi öğrendiğim bu süreçte.

 

Bu işin teknik kısmıydı. Kayıkla baş başa kalınca projenin içeriğini de yeniden düşünmeye başlamıştım. Hâlâ bir geleneksel denizcilik yelkenlisi yapmak istiyordum. Sadece gövdesiyle değil, yelken armasıyla, her şeyiyle ve motorsuz.

 

İkinci amacım, bu yelkenlide modern yaşama alternatif bir yaşam tarzı seçeneği sunma fikrim de hâlâ canlıydı. Ama bir derdim vardı. Bu ikisi de nostaljik amaçlar olarak algılanıyordu. Oysa tam bu değildi kafamdaki. Özellikle de modern yaşama alternatif yaşam tarzı sunma kısmı.  Bunu netleştirmem gerekiyordu. Tekneyi yapmaktan daha fazla zorladı bu kısım. Biraz uzun olacak ama anlatayım buradaki keşif sürecimi.​​​​

Kayık_Ustası_edited_edited.jpg

Amacım Nostaljik Bir Proje Değil

​Nostalji deyince akla geçmişe özlem geliyor, huzurlu, güzel ama artık kaybolmuş bir geçmişe. Bana göre bu bir duygusal kaçış. Böyle bir derdim yoktu. Bir geçmişin peşinde değildim. Tam tersine derdim şu anda bir şeyler yapmaktı.

 

Ama nostalji de her yerdeydi. Neden böyleydi? Sormadan edemedim. Eşelemeye başladım. konuyu ve bir de baktım özlem geçmişe değil, tanıdık yaşama, insanın kendini en huzurlu hissettiği yere, bir yuvaya, kısaca en tanıdık olanaydı. Kısacası bir habitata özlemdi. Geçmişe özlem olarak algılıyorduk, çünkü nedense o habitat hep geçmişteydi.  

Peki, neden böyle bir habitat özlemi vardı? Yoksa şu anda yaşadığımız habitatta mutsuzduk da o yüzden mi hep başka bir habitatın özlemiyle yanıp tutuşuyorduk, bizi daha mutlu kılacak bir habitatın? 

O dönem sadece kayık değildi üzerinde çalıştığım. Ege Üniversitesinde ekoloji, antroposen ve risk toplumu konularıyla ilgili iki ayrı sempozyuma da davet edilmiştim. Tesadüf ya, habitat da bu sempozyumlar için kafa yorduğum ana konuydu. Ellerim ağaçlarla uğraşıyordu, onlara şekil verip çakıyordum. Kafamsa bu konularla meşguldü. Proje iki türlü şekilleniyordu ve galiba kayık kolay olandı. 

Sempozyum.jpg

Ege Üniversitesinde katıldığım sempozyumlardan birinde yapay habitatlar hakkında konuşurken

Nostaljik Habitattan Modern Habitata Geçiyorum

Benim üzerinde uğraştığım habitat, nostaljik habitat değil modern toplumun habitatıydı. Ama bu ikisi arasında bir ilişki var gibiydi. Nostaljik habitat içinde yaşadığımız modern habitatın hayali karşıtıydı sanki. Bazı çocukların hayali oyun arkadaşları olur ya, bu da ona benzer bir şeydi, modern yetişkinin hayali oyun arkadaşı, özlemle andığı hayali habitatıydı. İlginç bir ilişki yakalamıştım. Nostaljik habitat bir boşluğu dolduruyordu.   

 

Nostaljik habitatın modern habitattan kaynaklanan bir soruna çözüm olduğu belliydi. Neydi bu sorun? Stres. Biraz inceleyince, modern habitatın insan bedeni üzerinde muazzam stresler yaratan bir habitat olduğu görülüyordu. İşaretler ortadaydı ama o kadar içselleştirmiştik ki bu habitatı, o kadar normalleştirmiştik ki, ne kadar stresli olduğunu algılayamıyorduk.

Modern Habitatın Stresi

Neden bu kadar stresliydi modern habitat? Neydi bu stresler. Başlıca stres kaynaklarından birkaç örnek vereyim. Örneğin değişim. Modern toplumdaki değişim o kadar süratli ve yaygındı ki, ne yaparsak yapalım, parçası olduğumuz, olmak için çabaladığımız habitat bir süre sonra şekil değiştiriyordu. Bizi sürekli çevremize yabancılaştıran daimi bir girdabın içindeydik. Ama bu garip bir girdaptı. Bir yandan da giderek monotonlaşan, aynılaşan, rutinleşen bir dünyanın içine çekiyordu. Her gün aynı şeyleri, giderek aynılaşan faaliyetlerle tekrarlatan, bizi giderek birbirimize benzeten bir girdap. Daimi değişim ile daimi aynılaşmanın aynı anda yer aldığı bir yerdi modern habitat. 

 

Bu modern habitatın bizi herhalde en zorlayan kısmıydı ama dahası vardı. Örneğin, bir gündüz hayvanı olmamıza rağmen kendimize ayırdığımız zamanlarımız çoğunluk gecelerdi. Neden hayatımı gündüz yaşayamıyordum, istediklerimi, beni mutlu eden şeyleri gündüz yapamıyordum da gecelere, karanlık saatlere, bedenimin kendini kapattığı saatlere sıkıştırmak zorundaydım? 

 

Neden böyleydi bu? Çünkü çalışmak zorundaydım. Bu habitatın, bizim icadımız olan ve bu yüzden de doğal habitatın karşıtı anlamında yapay habitat olarak adlandırmamız gereken bu habitatın sürebilmesi için bizim çalışmamız gerekiyordu. Doğal habitatlarda yaşayan canlıların bunu yapması gerekiyordu. O yüzden de muhtemelen tek örnektik bu konuda.

 

Herkesin çalışması gerekiyordu. Gündüzler bunun içindi. Sağlıklı, uyumlu ve keyifli  bireyler olmamız için gerekli gündüz saatlerini habitatın sürebilmesi için  kullanıyorduk. Çalışmazsak habitat yoktu. Basit bir çalışma da değildi bu, büyük bir  fedakârlıktı. Hayatımızın en önemli kısmından, gençliğimizden vazgeçiyorduk. En az kırk yıl, sabahtan akşama, haftada elli, altmış saat habitata çalışıyorduk. Böyle garip bir durum vardı. Acaba o yüzden mi emeklilik hayalimiz hep güneşli, hep boş, hep tembellik oluyordu?

Amatör Usta ve Çırak

Bir yandan da tekneyi yapıyordum. Ara sıra yine hiç böyle bir iş yapmamış olmalarına rağmen bazı arkadaşlarım gelip yardım ettilerse de, yapım aşaması boyunca en büyük yardımcım Özlem'di.  Yılların finansçısı yavaş yavaş başka bir insana evrildi, burada anlattıklarımın mükemmel bir dönüşüm örneği oldu :)

Tüketim Kültürü: Modern Mutsuzluğun Ağrı Kesicisi

Kalabalık ve sıkışık habitatlarda yaşıyorduk, sadece insanlarla değil, nesnelerle de sıkışmış bir dünyada. Her gün tanıdıklardan çok yabacılarla iletişime geçmek zorundaydık. Çevreyle en önemli etkileşim aracımız bedenselliğimiz giderek kaybolmuştu. Cinselliğimiz, her canlı gibi bizim de en önemli yanımız olan cinselliğimiz sürekli baskı altındaydı ve giderek zayıflamış, garip bir tatmin ve bizi kontrol aracına dönüşmüştü. Çevremiz doğal olmayan aşırı ses, ışık, ve bir de son zamanlarda elektromanyetik dalgalarla, ağır metallerle, plastikle, tarım ilaçlarıyla ve koruyucularla doluydu.

 

Bedenlerimizi mutsuz kılan, kimi hayati tehdit, bir dolu fizyolojik ve psikolojik stres kaynağıyla sarılmıştı yaşamlarımız. Böyle bir dünyada, böyle bir habitatta nostaljik olmayacaktık, huzurlu ve tanıdık bir yere özlem duymayacaktık da nerede duyacaktık? Bedenlerimiz çaresizlik ve mutsuzluk içinde bu stresli habitatı reddediyor ve evrildiği habitatı arıyordu. 

 

Yine de var olabiliyorduk. Nasıl? Tüketimle. Yani nesneler ve alışverişle. Sinir mi oluyorsun sabahtan akşama çalışmaya, bu rutinsel dünyaya, arzuladığın gibi yaşayamamaya, git bir şeyler satın al. Anlam krizine mi düştün, ye, iç, gez, abart, kocaman arabalarla, evlerle, nesnelerle avut kendini, sinirini, sıkışmışlığını, özlemini bu şekilde bastır, stresten bu şekilde çık, sana verdikleri paraları bu şekilde harca. Böyle rahatlıyorduk, geçici de olsa böyle huzur buluyorduk bu stresli yapay habitatlarda.  

Bedel Çok Büyük

​​​Çalışıyordu da bu tüketim olayı. Stresi düşürüyordu ama bir sorun vardı. Kalıcı değildi. İlacın etkisi bir süre sonra geçiyor, tekrar tekrar almak gerekiyordu ve giderek artan dozlarda. Ve sonunda bir tür madde bağımlılığına dönüşüyordu. Aslında amaç da bu değil miydi? Bağımlı olalım ki, tüketim ve üretim artsın, daha fazla alışveriş olsun. Sistemin yakıtı bizdik, bizim eziyetimiz ve stresimizin sürekli uyuşturulması ihtiyacı besliyordu sistemi. Ama bu da enerji ve kaynak ihtiyacını giderek arttırıyordu ve insan da giderek sadece bir tüketiciye dönüşüyordu. İkinciyi pek takan yoktu ama birinci sorundu. Çünkü sonunda yerkürenin doğal işleyişini ve süreçlerini bozmaya başlamıştık. Bu sorundu. 

Daha da acısı, daha da büyük sorun, yerküremize böyle bir bedele rağmen biz insanların sorunlarında da bir azalma yoktu. Ne günlük haberler ne de son on bin yıllık tarihimiz giderek daha uyumlu bir dünyaya giden bir insanlık göstermiyordu. Habitatı ayakta tutuyorduk ama karşılığı bize mutluluk olarak dönmüyordu. Günlük yaşamlarımızı rahatlatan teknolojilerde ilerliyorduk ama toplumsal sorun ve krizlerimiz yok olmadığı gibi, bunlara bir de iklim krizini ve diğer ekolojik krizleri eklemiştik.     

Kayığın Sarmasının Sonu

Süreç uzun sürdü ama sonunda bir yandan ekolojik düşüncelerim olgunlaşırken diğer yandan da kayığın sarmasını bitirdim. İki yüze yakın kaplama tahtası ve binlerce çividen sonra gövdeyi sarmıştım. 

Ekolojik Sorunumuzun Özeti

Kayığı sarma süreci sonunda sona ermişti. Bordalardan sonra parampetleri de bitirmiştim. Daha yapacak işler vardı ama marangozluk sürecinin iyice sonuna gelmiştim. Buraya uzun uzun yazdığım ekolojik aydınlanmamın da sonuna ulaşmıştım. Nostalji derken modern habitatla karşılaşmış ve ekolojik krizlerimizin ardındaki asıl sorunu görmüştüm. Ne yapacaktım bununla? Kayık1934 projesiyle nasıl birleştirecektim bunu? Birleştirmem gerekiyor muydu?

 

Sorun ortadaydı. Kendi kurduğumuz habitatlarımız, yapay habitatlarımız, bizi mutsuz ediyordu.  Çünkü bu habitatları sürdürebilmek için evrildiğimiz doğal özelliklerimize aykırı yaşamamız gerekiyordu. Ama bedenlerimiz buna direndiğinden bu  ikilem bize stres ve mutsuzluk olarak dönüyordu.  

 

Daha da ilginci, yaklaşık on beş bin yıl önce temelini attığımız bu yapay habitatların yakıtı artık neredeyse tamamen bizim mutsuzluğumuzdu. Ne kadar mutsuzsak tüketim ve ardından da üretim o kadar artıyordu. Mutlu olsak, yani bu habitatlardan gerçekten keyif alsak  böyle bir tüketim kültürü de var olamayacaktı. Ana işleyiş böyle olunca, yapay habitatta bu işleyişe en uygun sisteme, yani kapitalizme evrilmişti.

 

Ama beklenmedik bir sorun belirmişti. Tüketim arttıkça yerküremizin alışıldık işleyişi de bozuluyor, biz de dahil birçok canlının rahat yaşayamayacağı bir yere dönüşüyordu. Sadece yerküremiz mi? Onunla birlikte biz insanlar da bir tür olarak bozuluyor, bu yapay habitatlarda evrimimize aykırı şekilde yaşamak zorunda kaldığımızdan doğal özelliklerimizi yitiriyorduk. Bu da bizi giderek uyumsuz ve tehlikeli bir türe dönüştürüyordu. 

Çözüm Doğallığımızı Koruyacak Ekokültürel Habitatlar 

Eğer ekolojik bir yanı, bir amacı olacaktıysa bu projenin, ilk önce bir ekolojik kültürün yeşermesini mümkün kılacak bir alan, bir ekokültürel habitat olmalıydı.

Parampet İlk Yarısı

Kayığın sarmasını bitirdiğimde

Ekolojik Çözüm

Tüm bu kafa yormalarım sonunda projenin ekolojik yanı başlangıçtakinden epeyce farklı bir yere gelmişti. ​Şu çok açıktı: Ekolojik krizlerimiz sürdürülebilirlik veya yenilenebilir kaynaklarla çözülmeyecek kadar büyüktü. Ekolojik mücadeleyi teknik çözümlerle sınırlamak ve konuyu tüketim kültürüne özellikle getirmemek bizi çözümden uzaklaştırıyordu. Neden tartışmalarda tüketim kültürü yoktu? Çünkü o zaman konu kapitalizme gelecekti. Bu yarattığımız habitatların ve onları yürüten en son sistem olarak kapitalizmin ne kadar doğru çalıştıklarını sorgulamayan hiçbir ekolojik mücadele ciddiye alınmamalıydı. Samimi olsalar da çözüm sunmuyorlardı.

 

Bu tespitlerden sonra projenin ekolojik tavrı da hafif kalmıştı. Genel eğilime uyup ekolojik mücadele veriyormuş gibi gözükerek kendimi vicdanen rahatlatmakla yetinebilirdim. Pek etik olmazdı bu. Ekolojik duruşumu gözden geçirip projeyi bu sonuçlara göre adapte etmeliydim. Teorik adaptasyon kolaydı. Asıl zorluk, teoriyi somut bir uygulamaya dönüştürmekti.

Farklı bir alan, modern yaşama alternatif bir nefes alanı, farklı bir habitat fikri böyle belirdi. Madem sorun habitattı, içinde yaşamak zorunda olduğumuz habitatlardı, o halde çözüm de daha uygun bir habitattı. 

 

Tek değildim burada. Kentlerden kaçıp arsa, ev, bahçe alarak kendilerine farklı bir habitat yaratmaya çalışanlar vardı. Ama bunlar kısmen daha farklı nefes aldıran sığınak-habitatların ötesine geçmiyordu. Çünkü kaçtıkları habitatın temel işleyişine dokunmuyor, sadece olumsuz etkilerinin şiddetini azaltmakla yetiniyorlardı.   

Habitatın temel işleyişi değişmeliydi. Böylece olumsuzluklar hiç belirmeyeceklerdi. Nasıl olacaktı bu? Bizi evrimsel doğallığımıza geri getirecek, modern yapay habitatın zincirlerinden kurtaracak ve o şekilde yaşamamızı sağlayacak bir habitat yaratmalıydık. Yani milyonlarca yıllık yerküresel evrimimizle uyumlu bir habitat.

Kayık1934 İlk Önce Farklı Bir Habitat Olmalıydı

O halde Kayık1934 projesi de, bir mikro habitat olarak, yerküresel evrimimizin bizde yarattığı doğallıkla uyumlu ve bu doğallığın yeşermesine alan açan bir habitat olmalıydı. Eğer ekolojik bir yanı, bir amacı olacaktıysa bu projenin, ilk önce bir ekolojik kültürün yeşermesini mümkün kılacak bir alan, bir ekokültürel habitat olmalıydı.

 

Bunu her şeyden önce kendim ve benimle Kayık1934'ü paylaşacak olanlar için yapmalıydım. Evrimsel sürecine uygun habitatta yaşamak bir canlılık hakkıydı ve tam tersine zorlanmak da bence bir canlılık suçuydu. Hiç öyle büyük düşüncelere girmeye gerek yoktu. Mesele çok basitti:  Yaşam, belli bir süreliğine yerkürede bulunmaktı ve bunu keyifli geçirmek hakkımızdı. Tüm canlılar böyle evrilmişti. Keyif aldıkları sürece bir şeyi doğru yaptıklarını anlıyorlardı. O bir şey her şeyden önce yaşamdı. Bu keyfin de birinci şartı evrimsel yapımıza uygun habitatta yaşamaktı.

 

Dolayısıyla Kayık1934 ilk önce bir modern yapay habitat değil, doğallığımızı kısıtlamayan, aksine daha da gelişmesini sağlayan bir doğal habitat olacaktı. Her ekolojik mücadelenin ilk hedefi bunu sağlamak olmalı. Çünkü sorun ilk önce yanlış bir habitatta yaşıyor olmamızdı. 

Doğal_Habitat

Farklı habitat illa doğaya dönüş olarak anlaşılmamalı. Önemli olan bu fotoğraftakine benzer doğal habitatlarda evrilmemiz sonucu ortaya çıkmış doğal süreçlerimizi zedelemeyen, baskı altına almayan yapay habitatlar kurmasını öğrenmek. Tabii bu büyük ölçüde habitatlarımızı doğallaştırmamız gerektiği anlamına geliyor.  

Ekolojik Mücadele Antikapitalist Olmak Zorunda

Sürdürülebilirlik düşüncesi sorunluydu. Tek derdi daha temiz ve yenilenebilir  enerji, minimum atık ve zararlı emisyonu kesmekti. Derdi, mevcut habitatların bize uymaması, yani evrimsel doğallığımıza aykırı olması değildi. Bu yüzden de ekolojik değil, ekonomik bir çözümdü. Ya da en iyi durumda kapitalistçe yürütülen bir ekolojik mücadeleydi ki, bu da muazzam bir ikilemdi. Çünkü insanı doğal yapısından uzaklaştırarak onu stresli bir habitatta yaşamaya zorlayan, onu mutsuzluğa mahkum eden bu habitatın motoru kapitalizmdi. Kapitalizmle mücadele etmeyen bir ekolojik mücadele özünde ekolojik kabul edilemezdi. 

Bazı ekolojik yaklaşımlar, azınlıkta olsalar da, bu ikilemin farkındaydılar. Hâlâ meseleyi habitat sorunu olarak adlandırmıyorlardı ama en azından tüketim kültürünü, yani üstü kapalı şekilde kapitalizmi hedef alıyorlar, bununla uğraşmadan sorunun çözülmeyeceğini ifade ediyorlardı. Olumlu bir adımdı ama hâlâ eksikti. Hâlâ açık açık sorunun kaynağı kapitalizm diyemiyorlardı. Ama daha önemlisi, o tüketim kültürünü ve kapitalizmi ortaya çıkaranın bir habitat olduğunu, yaklaşık on bin yıl önce bizim başlattığımız bu yapay habitatlar olduğunu göremiyordular.

 

Yapay habitata dokunulmadıkça, aynı yaşam tarzı, bir süre kontrol edilse veya hatta ortadan kaldırılsa bile tekrar belirecektir. Çünkü bu habitatın doğası böyle bir sonucu getirmek zorunda. Dolayısıyla çözüm tüketimi kısmak değil, o tüketimi arzulatmayan bir habitat yaratmaktı. Farklı yaşamak olumsuzu kısmak veya sürekli olumsuza dikkat etmek değil, buna gerek kalmayacak şekilde yaşamak olmalıydı. 

Ekolojik Tavrım Denizyıldızı Öyküsü

Sadece bir mini veya mikro habitat yaratmak yeterli olamazdı, bir değişim olacaksa, yayılmalı, bu tür başka habitatlar belirmeliydi. O yüzden ikinci amaç bu ekolojik yaklaşımı anlatmak ve yaymak olmalıydı. Yerküresel var oluşla uyum içinde yaşamak bir haktı. Doğallığımıza aykırı çarpık bir habitatın bizi sömüren sistemine kul köle olmaya zorlanamazdık.

 

Ayrıca bir de hem bu eziyeti çekecektik hem de birileri ceplerini dolduracaktı. Bu hiç kabul edilemezdi ve bunun mücadelesi de sadece sessiz sessiz çöp toplamak ve ayrıştırmak olamazdı. Ne de bireysel kaçışlar ve her şeye gözünü kapatan tuzu kuru spiritüalizmler.

 

Her şeyden önce yerküresel var oluşu öne çıkaran etik bir mücadele söz konusu olmalıydı ve bu da siyasi, ideolojik ve antikapitalist olmayı gerektiriyordu. Diğer tüm ekolojik mücadele yöntemleri kafa karıştırmaktan ve insanın kendisini kandırmasından başka bir şey değildi.  

​Tabii böyle konuşunca haliyle bu kadar ufak bir proje bunu nasıl başarabilir eleştirisi geliyor. İşte burada meşhur Denizyıldızı öyküsünü hatırlatmak istiyorum. Bilmeyenler için öykümüzün bir versiyonu şöyle: Bir fırtına sonrası kıyıya yüzlerce denizyıldızı vurmuştur ve küçük bir kız her birini denize kavuşturmaya çalışmaktadır. O sırada biri ne yaptığını sorar. O da "güneş yükseliyor, deniz de çekiliyor, eğer bunları denizle kavuşturmazsam hepsi ölecek", der. "Ama" diye yanıtlar adam "şu sahile bak, yüzlerce denizyıldızı var, hepsini kurtaramazsın, hepsinin yazgısını  değiştiremezsin." Küçük kız kibarca dinledikten sonra bir denizyıldızını daha denize atar ve dönüp adama, "ama onun için fark etti, onun yazgısı değişti" der. 

Öykü harika. Evet tam da buydu istediğim. Kayık1934 bu olmalıydı ama bir dakika, bir şey eksik geliyordu. Ya da bir sorun vardı öyküde. O zaman orijinal öyküyü aradım. Buldum. Loren Eiseley'in yazdığı öyküde önemli bir farklılık vardı. Kahramanımız ufak bir kız değil, yetişkin bir erkekti (gerçi kendi kızımı hatırlattığı için ben ilk versiyonu daha çok seviyorum). Yazarımız kumsalda bu adamı görür. Tıpkı ilk versiyonda olduğu gibi eleştirir ama uzun düşünmelerden sonra anlar ne yaptığını ve o da kumsaldaki denizyıldızlarını geriye denize atmaya başlar. Birken iki olurlar. 

 

Neredeyse tüm versiyonlar bunu atlıyorlar. Sanırım öyküye bireysel ve mucizevi bir erdemli kahraman yaratmak için atlamak gerekiyor. Oysa ben kahraman olmaya çalışmıyorum, mütevazı kahramanların sayısını arttırmak istiyorum. Kayık1934 projesi bu olacaktı. Amaç sayıyı birken iki, ikiyken üç yapmak, bu tür girişimlerin sayısını arttırmak olacaktı. Diğer seçenek hiçbir şey yapmamak. O da bana göre değil. 

Hibrit_Yaşamlar

Başta toptan bizi ve yerküremizi sömüren yapay habitatları değiştiremezsek de kendimize ait zamanımızda direnebilir, farklı yaşama şekilleri sürdürerek hibrit yaşamlar yaratabilir ve zamanla bunları büyütebiliriz. Foto Dr. Varol Aydın. Fotoğraftaki grup Latmos Platformu'nun üyeleri.

Hibrit Yaşamlar Yoluyla Modern Kapitalist Habitatta Çatlaklar Yaratmak

Özünde bir çatlak yaratmak amacım. Yani mevcut modern habitatın insanları mahkum ettiği yaşam tarzına direnen bir çatlak, ekokültürel habitatların yeşereceği çatlaklar.

 

Modern habitatın sürmesi için çalışmak zorundayız, bu anlamda zincirlenmişiz bu habitata. Ama zincirin zayıf bir noktası var. Çalıştığımız süreye göre çok daha az olan, bize bırakılmış boş zaman, kendimize ayırdığımız zaman. Evet, habitata çalışmak zorundayız ama onun tüketim kültürünün dayattığı şekilde yaşamak, onun dayattığı yaşam tarzını bize ait zamanda da sürdürmek zorunda değiliz. Burada direnebiliriz. Habitatı ayakta tutan tüketime katılmak zorunda değiliz ve modern habitatı tüketim döndürüyor. 

 

Bu direniş ve onu takip edecek ekolojik yeşerme haftada iki günden ibaret de olabilir, yılda toplam bir aydan da. Ya da biraz daha fazla. Fark etmez. Önemli olan, bu tür hibrit yaşamlarla başlamak, bu şekilde yaşayarak  ekolojik açıdan sağlıksız bu yapay habitatlara bir panzehir yaratmak, bu sayede yaşamlarımızın bir kısmını, bizi zehirleyen ve bozan bu yapay habitatların dışında tutmak. Ve bunu zamanla bir ağa dönüştürerek genişletmek.  

Teknolojik İkilemden Ekolojik Varlık Olduğumuzu Kavramaya

Ekolojik İkilemleri Anlamak

Bu elbette sadece farklı yaşayarak değil, farklı görerek ve düşünerek de olacak. Burada ikinci olmadan birincinin başarıya ulaşması çok zor. İlk kavramamız gereken, bir bakıma ekolojik varlık olmamızı sağlayacak ana şartımız evrimsel ortaya çıkışımızın inceliklerini kavramak. Canlıların evrimi alışıldık düşüncenin aksine her şeyi doğru şekilde düzenleyen bir akıl sürecinin sonucu değil. Çeşitli inişli çıkışlarla ve rastlantılarla bizi yaşadığımız habitatlarla bütünleştiren bir süreç. Ama bu süreç sırasında çeşitli yan gelişmeler ve özellikle de evrimsel ikilemler beliriyor.

 

Bunların arasında tüm canlılar için geçerli ve bizi acilen ilgilendiren en önemli ikilem, evrim sürecinden geçmemize rağmen bunun bilgisinin bizde otomatikman olmaması. Birçok şeyin bilgisi var. Örneğin, su sesini veya yeşil rengi enerji ihtiyaçlarımızı giderecek işaretler olarak algılıyoruz. Suyun hayatta kalma ve yeşilin yemek olduğunu biliyoruz. Ama içimizde evrimin nasıl çalıştığının bilgisi evrilmiyor. Bunu öğrenmek zorundayız ve denk gelirse sosyalleşmemiz sırasında ürettiğimiz çeşitli anlatı veya öykülerle yapıyoruz bunu. 

Teknolojiyle Sınavımız

Çok önemli bir ikinci ikilem, doğal olarak teknoloji üretme becerimiz olmasına rağmen bunun uzun vadeli sonuçları üzerine düşünemiyor olmamız. Birinciyi yapabilecek şekilde evrilmişiz ama diğeri onu takip etmemiş. Elbette bunu da düşünebiliriz ama ancak öğrenerek olabiliyor bu. Kendiliğinden gelmiyor. Bu yüzden de teknolojilerin getireceği zararlara çok açığız.

 

En son yapay zeka teknolojisini ürettik, büyük bir sıçrama, ama yine olası olumsuz etkilerini tartışmadan, hiçbir tedbir almadan kullanıma soktuk. Yapay habitat da bundan yaklaşık on beş bin yıl önce bu şekilde ürettiğimiz bir karmaşık teknoloji. Bu teknolojiyi de olumsuz etkilerini düşünmeden kullanmaya başladık. O zamanlar bunu düşünebilecek bir kapasitemiz henüz yoktu ama şimdi farklı bir yerdeyiz. 

Yapay Habitat Teknolojisi

​​Yapay habitat teknolojisi dikkat etmediğimiz takdirde insanda ve bizim aracılığımızla da  yerkürenin doğal habitat ve süreçlerinde son derece ciddi hasarlara yol açabilecek kapasitede bir teknoloji. Bunu bilmiyorduk. Hâlâ da kavramış gözükmüyoruz. İnsan sadece biyolojik ve psikolojik bir canlı değil, aynı zamanda ekolojik bir canlı da. Bu tüm canlılar için geçerli. Çünkü her canlı bir habitatta var olmak zorunda. Biyolojik ve psikolojik olduğumuzu öğrendik. Ama ekolojik canlı da olduğumuz bize hâlâ yabancı bir düşünce ve bilgi.

 

Varlığımız sadece bedensel değil, dışımızla etkileşimler sonucunda çok daha geniş bir alan ve zamanı kapsadığı gibi ikinciyi, anlatıcı yaratıcılığımız sayesinde hem geçmiş hem de gelecek kurguları olarak şimdinin ötesinde büyütebiliyoruz da. Ama bunu boş versek bile, şu kesin: yerküredeki her canlı gibi biz de yersel/uzamsal anlamda habitatsal ve zamansal anlamda da evrimseliz. Hiçbir canlıyı bu ikisinden ayıramayız. Bu sebeple her canlı aynı zamanda evrimsel ve ekolojik bir varlıktır. 

Tekrar insana geri dönersem, nasıl psikolojik yapımız bozulduğunda davranış bozuklukları gösteriyorsak, ekolojik yapımız bozulduğunda da davranış bozuklukları gösteriyoruz. Tek fark, ikincinin sonuçları çok daha geniş kapsamlı. Her teknolojinin ekolojik davranış bozukluğuna yol açma kapasitesi var ama yapay habitatlarda bu sorun kat be kat artıyor. Tüketim kültürünün ortaya çıkışı büyük ölçüde böyle bir ekolojik bozukluğa adaptasyon olarak görülebilir.

 

Bu ayrıntı Kayık1934'ün ekolojik yaklaşımında kilit önemde. Sadece bir nefes alanı değil, ekolojik görme ve düşünmeyi öne çıkaran bir alan olacak. Ekolojik yaşamak kadar ekolojik varlık olmayı, yani düşünmeyi de öğrenmek gerekiyor. Aksi takdirde, yerküremizle birlikte tamamen teknolojik ve kapitalist varlıklara dönüşeceğiz. Bu da muhtemelen şu ana kadarki yerküresel evrimin sonu olacak.

Ama şu anda o kadar uzun boylu düşünmemize gerek yok. Zaten evrimsel anlamda böyle bir doğal becerimiz de yok, öğrenmemiz gerekiyor. Diğer yandan, kendi bireysel keyfimizi bir araç olarak doğal becerimiz var. Keyif en önemli ekolojik yol göstericimiz. Ama burada bile çeşitli teknolojik araçlarla kandırılmaya çok müsaidiz. Yine de ilk önce buradan, kendi kişisel keyif ve mutluluğumuzun ekolojik açıdan ne anlama geldiğini öğrenmeye başlayıp oradan yerküremize destek olmaya girişebiliriz. İlk önce kendimizi çözmemiz ve kurtarmamız gerekiyor. 

Son Söz

​​​Özetleyecek olursam, yelkenlimizi yapma sürecinin sonuna geldiğimde kendi ekolojik dönüşümüm de tamamlanmıştı. Bir bakıma ben kayığı yaparken o da beni yapmıştı. Bu projenin ekolojik açıdan ne olması gerektiğini çözmüştüm artık. Kayık1934'ün ekolojik mücadelesi sadece modern yapay habitata alternatif ve bizi yerküresel ve evrimsel doğallığımızla yeniden buluşturan bir habitat yaratmak olmayacaktı. Aynı zamanda bunu ideolojik ve siyasi bir duruşla buluşturacak ve bu bağlamda yapay habitatların son versiyonu olan modern kapitalist sürecin aslında biyolojik, psikolojik ve ekolojik sömürü habitatı olduğunu, sorunun, yerküreden önce insan sömürüsüyle başladığını ve bunun sadece ekonomik olmadığını ilk önce bu üç alanı da  kapsadığını anlatacak, öncelikli olarak bunun ideolojik mücadelesini verecekti. Bu açıdan bakınca her ekolojik mücadelenin siyasi olmasının da şart olduğuna, antikapitalist bir duruş da sergilemesi gerektiğine ikna olmuştum. Ama sadece kapitalizmin tüm siyasi karşı çıkışları hapsettiği ekonomik alandan ibaret olmayan, biyolojik, psikolojik ve ekolojik alanları da kapsayan bir siyasi duruş olacaktı. Sonunda keşfimin sonuna gelmiştim. Artık yolculuğuma  hazırdım. 

Ekolojik mücadele yaklaşımım üzerine burada yazdıklarım uzun gibi gelse de aslında bu kısa versiyon. Genel noktaları sıraladım. Konuyu çok daha ayrıntılı açıkladığım iki ayrı bölüm daha hazırladım. 

 

İlki Doğallığa Dönüş Burada ekolojik mücadelenin temeline yerleştirdiğim yapay habitat ve bunun yol açtığı insan mutsuzluğu ve sömürüsü sorununu teorik düzeyde bol ayrıntılı şekilde açıyorum. Ama hemen o sayfada değil. Üç ayrı alt bölüm var. Teorik ayrıntılı tartışma Doğallık Felsefesi sayfasında. Etkinlikler sayfasında da bu felsefenin pratiğe geçirilmesi konusuna giriyorum.

 

Buradan, bu projenin ekolojik yanıyla ilgili ikinci önemli bölüm olan Ekolojik Yelkenli sayfasına geçerseniz hem nesne ve faaliyet konuları üzerine sanırım epeyce teorik bir tartışma ve bu teorinin bu yelkenlide nasıl uygulanacağının açıklamalarını bulacaksınız.

Projenin ekolojik boyutuyla ilgileniyorsanız bu iki bölümde fazlasıyla tatmin olacağınızı düşünüyorum. Ama ilgi alanınız projenin geleneksel denizcilik ve yelkencilik boyutuyla sınırlıysa o zaman aşağıda bununla ilgili kısa bir bilgilendirme yapıyorum.

Kayık 1934 - Anıt Kayık ve Denizcilik Araştırmaları

Ana meselem ekolojik mücadele, bir ekokültürel alan yaratmak ama bir de çocukluktan gelen denizcilik merakım var. Geleneksel denizcilikle ilgili bazı çalışmalar da yapmak istiyorum. Bunlar da bu girişimin yan hedefleri olacak ve zaten mini ekokültürel habitatımızı elden geldiğince doğal yapabilmek için artık neredeyse yok olmuş bu kültürü de çalışıp geri getirmemiz gerekiyor.  

Anıt-Kayık: Yüzyıl Öncenin Motorsuz Yelkenlisi

​​Yaklaşık yüz yıl öncenin yelkenlisini yapıyorum. Bir sakoleva tırhandil. Artık olmayan bir tür, yelken çağı türü. Aslına uygun, yani motorsuz olacak. Motorsuz olması önemli. Çünkü motorsuz olmadığı sürece o dönemin gerçek bir replikasının yaratılmayacağını düşünüyorum.

 

Ama sadece bu değil sorun. Motorlu bir yelkenli de, ne kadar teknenin gövdesinde eski canlandırılmış olsa da yapılan denizcilik hiçbir zaman o dönemin denizciliği olamaz. Çünkü motorun varlığı öyle veya böyle bunu engelleyecektir. Oysa ben burada en orijinal haliyle o deneyime ulaşmak istiyorum. Motorun varlığı bunu büyük ölçüde engellediği için bu yelkenlide motor olmayacak.

 

Bu yelkenli sadece yelkenleri ve onları idare eden kafa ve bedenlerle gideceği için bu projenin ekolojik boyutuna, yani doğallığa dönüş felsefesinin hayata geçirilmesine de çok uyacak.

 

Bu kadar eski bir yelkenli türünü geri getirmek de, eğer her şey yolunda gider de becerebilirsek, hem Bodrum hem de Ege denizciliğine güzel bir armağan olacak. Bodrum, replika da olsa bir anıt-kayık kazanacak. Aşağıdaki bağlantılardan yelkenlimizle ilgili çok daha fazla bilgiye ulaşabilirsiniz.

Anıt Kayık olarak daha fazla bilgi için: Geleneksel ve Doğal Denizcilik

Kayığımızın gövde, arma, tipiyle ilgili daha fazla bilgi  için: Kayık

Kayık_Kuşbakışı_edited.jpg

Kayığı inşa ettiğim zeytinlik. Foto: Çetin Akıncı.

Laboratuvar-Kayık: Denizcilik ve Yelken Araştırmaları

​Yelkenlimizin kendisi gibi yelken arması da yüz yıl öncesinden. Sakoleva.  Son dört kuşaktır hiç kimsenin artık görmediği, bilmediği bir yelken türü. Ama sadece sakoleva değil, geçmişin diğer yelken türlerini de deneyeceğim. Bu da benim özel merakım.

 

Zaten bu projenin bir ayağı bu yelken türlerini ve onlarla gelen denizciliği araştırmak ve öğrenmek. Yani Kayık1934 bir laboratuvar-kayık da olacak. Herhalde bu alanda tek olacağız. Sonunda ulaşmak istediğim ana arma aşağıdaki. Bu arma ve bununla yapacağımız çalışmalar hakkında daha fazla bilgi için aşağıdaki bağlantılara gidebilirsiniz.

Araştırmalarla ilgili daha fazla bilgi için: Geleneksel ve Doğal Denizcilik

Kayığımızın gövde, arma, tipiyle ilgili daha fazla bilgi  için: Kayık

Sakoleva_Bocurumlu_edited.jpg

Yelkenlimizin hedeflediğimiz Sakoleva arma Planı

Ekolojik-Kayık: Motorsuz Doğal Yelkenli

​Yelkenlimiz yüz yıl öncesinin yelkenlisi olacak ama yüz yıl önceki denizlerde, dünyada dolaşmayacak. Bugün bir krizler çağındayız. Antroposen çağındayız. Yani insan varlığının artık gezegenimizin işleyişini değiştirmeye ve biz de dahil diğer canlılar için bozmaya başladığı bir çağdayız. Ana krizimiz de iklim krizi.

 

Böyle bir çağda herhangi bir nesnenin bu durum dikkate alınmadan yapılması artık bir seçenek bile olmamalı. Maalesef öyle değil ama ben bu projede dikkat buna önem veriyorum. Hem de epey ve fanatikçe.

Yelkenlimizin hedeflediğimiz Sakoleva arma planının direk ve çubukları

Motorsuzluk aşırı gözükebilir ama mesajımı ulaştırmanın en hızlı ve en etik yolu gibi. Motorsuz olmak şart değil ama motorların ve teknolojinin basitleştirilmesi, özellikle gereksiz olanların kullanılmaması ve teknelerin daha az kaynak tüketecek şekilde yapılması gerekiyor. Herkes payına düşeni yapmalı. Şımarıklığa gerek yok. Bu kıyıların elden geldiğince doğal hallerinde sürmesi şart. Sadece çöp toplamakla olmuyor.

Kocaman ve ilk başta epeyce teorik, ardından sunacağımız uygulamayı anlatan bir bölüm ayırdım bu konuya dair: Ekolojik Yelkenli

Kayık 1934'ü Nasıl Destekleyebilirsiniz?

Öyle büyük bir birikimle başlamadım bu projeye. İki kişinin mütevazı birikimiyle. Hatta yetmeyecek bir miktarla ama beklemek de istemedim. ​Belki benim gibi hissedenlerden destek gelir diye düşündüm. Bu zamanda? Ama hayır, yanılmamışım. Hâlâ varmışız.

 

Destekçilerimizin çoğuyla bu vesileyle tanıştım. Sayıları yüzü geçti. Az mı? Belki? Ama böyle çoğalıyor denizyıldızı kurtarıcıları. Desteklere rağmen, beklenmedik olaylar, usta oyunları, küresel salgın covid, ekonomik kriz, orman yangınları, deprem vs süreci zora soktu. Sık sık para bitti ama vazgeçmedim. Ara sıra moralim dibe vurup çaresizlik ele geçirdiyse de teslim olmadım. Sona yaklaştım. Destekler şimdi daha da önemli oldu. 

Bağış Değil, Takas

Destekleri bağış olarak düşünmedim. Destekleyenler için bir karşılığı olsun istedim. Bir tür takas sistemi. Ne verebilirim diye düşünürken çok farklı bir yelkenlide ve ekokültürel habitat yaklaşımım doğrultusunda bir deneyim sunabileceğimi düşündüm. Çeşitli seyirler ve etkinlikler hazırladım. Liste aşağıda. Eğer bu projeyi desteklemek istiyorsanız, tüm yapmanız gereken, düşündüğünüz destek oranında bir etkinlik seçmek.

Örneğin, tatilinizi bu şekilde değerlendirebilirsiniz. Tabii doğal denizcilikten hoşlanmanız gerekiyor. Ya da ekolojik mücadele anlamında benimle aynı yerdeyseniz, daha fazla dahil olabilirsiniz. Kimi destekçilerimiz şimdiden bu yolu seçti. Ekolojik yaşam da bu olmalı bence: paylaşarak modern stresi ve dolayısıyla yerküre üzerindeki yükümüzü azaltarak doğal mutluluğa ulaşmak. 

Kayık1934 Geleneksel Tırhandil

Tüm zorluklara rağmen desteklerle bu hale getirdim. 

Desteğiniz size nasıl dönecek? 

1. Kültürel ve ekolojik bir projenin parçası olacaksınız ve adınız sitemizin destekçiler sayfasında yer alacak. Böylece araştırma, çalışma ve etkinliklerimizi desteklemiş olacaksınız. 

2. Katkınızı birçok açıdan eşi olmayan yelkenlimizin yapımında yaptıysanız, adınız, yelkenlimize yerleştireceğimiz plaketin üzerinde sonsuza kadar yer alacak.    

3. Bize özgü Doğa ve Deniz Seyirleri. Bundan ancak bireyler yararlanabilecek, kurumlar değil. Desteğinizin miktarına bağlı olarak size çeşitli seyir/etkinlik seçenekleri hazırladım. Aşağıda bu destek seyirlerini/etkinliklerini görebilirsiniz.  

Destek Etkinliklerimiz

Destek etkinliklerimizi, karşılık geldikleri destek miktarlarıyla birlikte aşağıda görebilirsiniz. Bu etkinliklere yeme-içme dahil değil. Ayrıca yurtdışına gidiş söz konusuysa, Türkiye dışındaki liman ücretleri, yurtdışına çıkış ve transitlog masrafları da dahil değil. Otuz yaş altıysanız %50'ye kadar varan indirimlerden yararlanabilirsiniz.

Dilerseniz doğrudan Destek Sayfamıza giderek bu etkinliklerimiz hakkında çok daha ayrıntılı bilgi alabilirsiniz ve ilgileniyorsanız destek sürecinizi başlatabilirsiniz. 

​ 1. Sertifika + Hediye ₺500

 2. Kayıkta Bir Gün₺1500 (1 kişi) /   ₺3000 (2 kişi)

 3. Yıldız ve Mitoloji Gecesi₺3000 (1 kişi) /   ₺4500 (2 kişi)

 4. Kayıkta Bir Akşam Yemeği₺5000 (2 kişi)

 5. Deniz ve Dağ - Yelken ve Yürüyüş - ₺6000 (1 kişi) /   ₺9000 (2 kişi)

 6. Yelken, Yıldızlar ve Mitoloji₺6000 (1 kişi) /   ₺9000 (2 kişi)

 7. Geleneksel Denizcilik - ₺10.000 (1 kişi) / ₺15.000 (2 kişi)

 8. Mavi Keşif - ₺12.000 (1 kişi) / ₺18.000 (2 kişi)

 9. Doğala Dönüş, Ekoloji ve Felsefe - ₺10.000 (1 kişi) / ₺15.000 (2 kişi)

10. Yıldız Seyri - ₺20.000 (1 kişi) / ₺30.000 (2 kişi)

11. Girit Seyri ₺30.000 (1 kişi) / ₺45.000 (2 kişi)

12. Ege Geçişi ₺50.000 (1 kişi) / ₺75.000 (2 kişi)

Kayık1934'ü takip etmek için 

Teşekkürler

Tel: 0537-471-0029

Kayık1934'e en çok emek vermiş ve eziyet çekmiş :) ikinci kişi. Özlem Yeşilada Binder

Kayık1934'e Bedenen Yardımcı Olanlar. Ayrıntılı Teşekkürler için bakınız.
Aslı Parlak, Aşkın Karaduman, Bülent Yükselen, Can Karahasan, Devrim Doruk, Ebru Çavuşoğlu, Esin Tekin, Gökhan Yılmaz, Gökay Şenavcı, Haluk Kuşakoğlu, Leyla Yıldız, Muhittin Erkut, Murat Gül, Özlem Yeşilada Binder, Silvana Ege Binder, Songül Yılmaz, Zeynep Dinçer

Kayık1934'e Çeşitli Şekillerde Katkıda Bulunanlar. Ayrıntılı Teşekkürler için bakınız.
Eski Bodrum Belediye Başkanı ve Şimdiki Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Aras, Eski Bodrum Belediyesi Zabıta Müdürü Deniz Özyıldız, Eski Bodrum Belediyesi Güvenlik Amiri Serkan Kanik, Bodrum Deniz Müzesi Müdürü Selen Cambazoğlu, Ali Dokur, Ali Şenavcı, Ali Şengün, Barbaros Ergene, Bilal Karataş, Cana Üngün, Cem Gür, Çetin Akıncı, Deniz Kılıç, Devrim Devecioğlu, Erol Kurutaş, Fatih Avcu, Gonca Alpan Tursoy, Gökay Şenavcı, Haluk Bener, Hamdi Yörür, Kaan Kurutaş, Mehmet Uyargil, Murat Gül, Mustafa Özkeskin, Nacı Arıcı, Naftotopos.gr, Oğuzhan Ulutaş, Tanıl Tuncel, Thanasis Giannikos, Yaşar Anter, Yusuf Civelekoğlu, Zehra Denizaslanı

Kayık1934'e Maddi Katkıda Bulunan Destekçilerimiz - 119 kişi

Ahmet Demirel, Ali Boltaç, Ali Hakan Albayrak, Ali Sadık Boltaç, Ali Şengün, Arslan Ziylan, Aslı Parlak, Aslı Yurdanur, Aşkın Karaduman, Aycan Kan Ülkü, Aydın Evren Özol, Ayşe Sevinç, Azade Uslu, Behiye Zeynep Aktoğu, Beykan Askan, Burak Dikmenoğlu, Bülent Yükselen, Cahit Arseven, Can Karahasan, Canan Yurdacan, Candan Uca, Cem Turgay, Cemile Turgay,  Değer Altunay, Deniz Boltaç, Devrim Doruk, Ebe Suzan Öztürk, Ebru Çavuşoğlu, Elif Özgen, Esma Doğan, Feyha Karslı, Filiz Askan, Filiz Yavuz, Firuzan Güney, Fuat Aksun, Füsun Bumin, Gamze Özer, Gizem Yurdanur, Gonca Arayıcı, Gökay Şenavcı, Gökçe Altunay Solmaz, Gökhan Kahraman, Gülin Demirok, Gürkan Güney, Güzide Akkün, Haluk Bener, Haluk Kuşakoğlu,  Handan Karakaş, Hüseyin Peker, Ilgaz Doğrul, İpek Boltaç, İsmail Doğan, İştar Gözaydın Savaşır, Jale Alpay, Jale Pasinli, Kaan Kurutaş, Kadiroğlu Salih Öztürk, Kebire Yıldız, Lale Ak, Lale Ferenc Smekal, Leyla Yıldız, Livio Manzini, Marion Feildel, Matthias Müller Senti, Mehmet Kütükoğlu, Mehmet Uyargil, Metin Göncü, Metin Hekimoğlu, Murat Gül, Murat Necioğlu, Murat Özkan, Mustafa Cem, Mustafa Paşalı, Mübeccel Yalçın, Müjgan Bener, Nazan Kemal Gökcan, Necibe Öztürk, Nesip Tolun, Nil Tütüncü, Nuran Akkılıç, Oğuzhan Ulutaş, Osman Can Özcanlı, Osman Özkan, Oya Balkanlı, Oya Yeşilada, Ömer Karahan, Peyman Arpacılar-Köllhofer, Recep Perk, Rengin Binder, Reyhan Alpay, Reyhan Bayındır Gönenç, Rıdvan Demirok, Romain Narcy, Ruşen Germirli, Saadet Coşkun, Sabahaddin Bilsel, Sabahat Hawker, Saliha Düzel, Samer Atasi, Sedef Kaynarkan, Sercan Çağlar Erel, Seval Yeşilada Akbaş, Sevil Bilgenoğlu, Sevinç Gülsayın, Songül Yılmaz, Tankut Ülkü, Tarkan Kahvecioğlu, Tümay Altınsoy Değirmenciler, Utku Özgür Ünlü, Vahdet Ünal, Vedat Zincir, Volkan Demirkan, Yaşar Yılmaz, Yaşare Kılıç, Yerten Kalfa, Yücel Yılmaz, Yücel Ziylan, Yüksel Aymaz, Zeynep Dinçer

Kayık1934'e Malzeme Katkısında Bulunan Destekçilerimiz - 10 kişi

Ahmet Kurt: Bir adet krom admiralti demir, Ahmet Parsoy: Bir adet admiralti demir, Ayhan Güneysu: Atölye için elektrik kablosu, Devrim Doruk: İki büyük ve bir küçük güneş paneli, cankurtaran yelekleri ve biraz halat, Haluk Kuşakoğlu: Kontrol kutusuyla 1 büyük güneş paneli, İş aletleri, Mehmet Çavaş: Bir adet pulluk demiri, rMetin Göncü: İş aleti, Murat Gül: Altı adet çift dilli makara, İş aletleri Nedim Karakartal: 100 kg'lık tonoz, Salih Bingül: Pusula Zehra Denizaslanı: Bir makara halat

Kayık1934'e Lojistik Katkıda Bulunan Kurum veya Şirketler

bodrum-belediyesi-logoB.jpg
BDMingB.jpg
Girit_Dernek.jpeg
Milas Belediyesi.jpg

Logo sırasıyla: Bodrum Belediyesi, Bodrum Deniz Müzesi, Bodrum Girit ve Yunanistan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği, Milas Belediyesi

Kayık1934'e Maddi Katkıda Bulunan Kurum veya Şirketler

Bodrum-Der.jpeg
main_logo_bottom.png

Logo sırasıyla: Bodrum Kültür Turizm ve Dayanışma Derneği, Arka Ristorante Pizzeria

bottom of page