top of page
timucinbinder

Neden Motor Yerine Yelken, Neden Teknolojiye Hayır - I

“Senin kayıkla kalacaksın böyle havalarda” dedi. Güldüm. Yekedeydim. Deniz çarşaf, ufacık bir kıpırtı bile yoktu. Geri dönüyorduk. Kaç kere duydum bu cümleyi, motorsuz yelkenli projeme başladığımdan beri.


Kalsam ne olacak? Rüzgâr çıkınca tekrar devam ederim yoluma. Başıma gelmedi de değil. Yıllar önce, rüzgâr kaldığı için 23 metre teknemle geceyi koca Gökova Körfezi’nin ortasında demir atamadan geçirmiş, sabah yeniden esince de devam etmiştim yoluma.


Denizde çalıştığım zamanlarda böyle durgun havalara denk geldiğimizde, çok sıkılırdım o monotonlukta dümen tutmaktan. Babam da hep bana verirdi dümeni böyle anlarda. Diye düşünürken ama dedim birdenbire. Kayıkla böyle havalarda kalmayacağım, hep rüzgâr ve dalga olacak. Olmak zorunda, çünkü motor yok, rüzgârsız kalkamam olduğum yerden. Ancak demirliyken karşılaşacağım bu kadar durgun bir denizle. Bir anda ürktüm. Bu çok farklı bir denizcilik, dedim kendi kendime, çok uzun süredir var olmayan bir denizcilik. 

Binlerce yıl yelkenle gidilmiş ama sonunda motorun icadı bir devrime yol açarak her şeyi değiştirmiş, alt üst etmiş, farklı bir denizcilik dünyası getirmiş. Bense motordan vazgeçiyorum, tam tersini yapıyorum. Karşı devrimci mi oluyorum ne?

Olmuyorum tabii. Olmak için daha fazla insan lazım. Herkes motorcu, teknolojici. En fazla marjinal ya da gereksiz diyecekler bu amacımı duyanlar. Ama bence karşı devrim değil de bugünün devrimi de bu: teknolojiye karşı çıkmak, insanı ve yerküremizi içine düştüğü bozulmadan kurtarmak için, hatta belki de düşman olmak. Yeni devrim bu.


İyi de motorsuz tekne olur mu diyeceksiniz? Olur, olur. Anormal olan yelkenlinin motorsuz olması değil, yelkenliye motor koymak? Zaten giden bir araca neden bir de motor koyarsın? Daha hızlı ve daha kolay olsun diye mi? Evet, doğru, iş teknesiysen işten gelen verimi, yani kazancı arttırıyor. Tabii masrafı da.

Bence teknoloji de sadece bu. Nadiren yeni bir alan açıyor, yani bilinmeyen, var olmayan bir alan, yeni bir faaliyet. Neredeyse her zaman var olan bir şeyin, o güne kadar yapılagelmekte olan bir şeyin daha hızlı ve daha kolay yapılmasını sağlıyor. Düşünüyorum da son on bin yılda üretilmiş teknolojilerin hepsi insanların kendi kurdukları ve şimdi de kölesi oldukları düzenin sürmesi için.



Ucuz da değil. Hatta tam tersi, her zaman bir bedelle geliyor, her seferinde bir şeyleri eksiltiyor. Bizi, yani insanı ve doğayı eksiltiyor.  Devre dışı kalıyoruz. Yaşamdan, yaşamaktan. Bedensel ve düşünsel becerilerimiz giderek gereksizleşiyor, köreliyor ve hatta yok oluyorlar. Doğayla … yerküreyle aramızdaki ilişkiyi kopartıyor, bizden uzaklaştırıyor.

Bir tür kısırlaştırma. Akla hemen doğuramamak, üreyememek geliyor ama burada daha önemli bir şey var. Üreyemiyor, çünkü o üremeyi sağlayacak ilişkiye giremiyor, çünkü ya o ilişkiyi arzulayamıyor ya da arzulayabilse bile gerekli sonucu üretecek organdan, araçtan yoksun. Sonuçta her iki durumda da bir eksilme var.




Modern teknoloji ikisini birden yapıyor. Bedeni gereksizleştirerek atıl hale getiriyor. Beden pek çalışmayınca duyu ve duygularımızın onunla bağları zayıflıyor, bir bakıma paslanıyorlar ve böylece bedensel tetikleme, bedensel uyarılma azalıyor; bağlantılar zayıflıyor, bir kısmı da tamamen kopuyor.  

İyi de duyu ve duygularımız ölmüyorlar, tetiklenmeye, yani uyarılmaya devam ediyorlar, o nasıl oluyor? İşte burada modern yaşamın kapitalist sistemini görüyoruz. Teknolojiyi bir bakıma hizmetkârı yapmış bu sistem bedenimizin yerini alıyor. Daha doğrusu onun nesneleri, onun tüketim kültürü ve onun benzeştirici seri üretimine dayanan faaliyetleri başlıyorlar tetiklemeye, uyarmaya duyu ve duygularımızı.


Aslında pek sevmiyoruz bunu, hatta bir bakıma çırpınıyoruz bundan kurtulmak için. İstemiyoruz böyle bir dünyayı, farklı olmaya çalışıyoruz. Çünkü seviyoruz kendimize özel bir şey olmasını, özel olmayı. Ama çevremizde sadece nesneler olunca, onlara yükleniyoruz kendimizi farklılaştırmak için. Olmuyor, öyle bir hain sistem var ki, o kendimizi farklı hissettiğimiz süre sürekli kısalıyor. Çünkü diyelim farklı olmak için bir tekne aldık, zamanımızı denizde geçirmeye başladık, bir bakıyoruz yüzlerce, binlerce insan aynısını yapıyor. Aynı koylar, aynı tekne tipleri, aynı malzemeler. O zaman başka bir şey deniyoruz, belki çok daha basit, çok daha kişisel bir şey ama orada da bir süre sonra yüzlerin, binlerin aynısını yaptıklarını görüyoruz. Kişisele, özele izin vermeyen bir düzen bu.


Bu kısır döngü sonunda öyle bir hale getiriyor ki duyu ve duygularımızı, artık doyamamaya, doymamaya başlıyorlar, sürekli tatminsizlik hali ve hatta arzusu hâkim oluyor, sürekli yenisini, farklısını istiyoruz. Sonunda bağımlı oluyoruz ama sadece köksüz, havada bir farklı olma arzusuna bağımlı oluyoruz. Bir süre sonra bizi de dahil ediyorlar sosyal medyasıyla, sanal gerçeklikleriyle, algortimalarıyla bu kısır döngünün daha da verimli çalışmasına. İyice kölesi oluyoruz eziyetimizin, doyumsuzluğumuzun, bağımlılığımızın. Böyle koyunca meseleyi, benimkisi teknolojiye değil de böyle bir ittifaka zorlanmış teknolojiye düşmanlık oluyor.  


Kaydı düşüncelerim, dün akşam yanaştığımız koyu düşündüm. Motorsuz çok farklı olacak. Hem demirlemek için koya girerken hem de tekrar demir alırken rüzgârı hesaba katmam gerekecek. Gelişigüzel demirleyemem. Çıkacağım anı düşünmeliyim. Beni demirlediğim yerden çıkartacak kadar rüzgâr olmalı. Irgatım da elektrikli olmayacak. O zaman gerçekten de rüzgâr tam ayarında olmak zorunda; hem demiri almamı engellemeyecek hem de aldıktan sonra gidebilmemi sağlayacak.

Denkleme bak, şimdiden heyecanlandım. Kol, kafa, rüzgâr, yer seçimi, eylem, hesap her şey var. Çok keyifli. Tahrik edici. Uğraştırıcı. Yapmışlığım da var, ilk defa yaşamayacağım. Bir ara sık sık motorsuz kalıyordum. İlk önce telaş ve heyecan, ardından stres, sonra da başarmanın verdiği haz, keyif. Teknolojinin kısırlaştırması bunu alıyor, bedensel faaliyetlerimizi ve sonunda gelen keyif ve hazzı.

 

Diğer seçenek ne? Çeşitli elektrikli ve elektronik aletler. Terletecekler mi beni, heyecanlandıracaklar mı, tüm hormonlarım, kaslarım, duyularım harekete geçecek, tüm benliğimle olayın içinde hissedecek miyim kendimi? Telefona veya ekrana bakmak ya da düğmeye basmak veya anahtarı çevirmek kendi becerilerimiz değil. Çoğu kez kafamızı bile kullanmıyoruz. Sadece aletlere bakıyoruz, onlar söylüyorlar her şeyi. Ya da yapıyorlar. Giderek böyle bir dünya belirmeye başladı. 


Kolaylık diyeceksiniz veya rahatlık. Kimimiz de güvenlik. İlk anda öyle gözükebilir ama zararımıza çalışan, giderek özelliklerimizi ve becerilerimizi körelten bir kolaylık, rahatlık ve güvenlik. Bizi giderek hem bedenen hem de kafaca zayıflatan bir şey teknoloji. Kullanılmayan şey körelir, doğanın, doğallığın, yerküresel canlılığın kuralı.


Diyeceksiniz ki, beden ve kafa malzeme, yerlerini aletler alıyor. Ama bu malzeme farklı, canlı, bize lazım, bir şeyleri arzulamamız, heyecanlanmamız, bir şeylerden keyif almamız, haz duymamız için lazım. Bu malzeme bilinçli canlılığımızın kaynağı. Yerine teknolojiyi koydukça giderek eksiliyor bu canlılık ve biz farklı bir şeye dönüşüyoruz. Daha tedirgin, hatta korkak, aşırı risk hesapçısı, güvenlikçi, kafayı daha az kullanan, bencil, umursamayan, hissedemeyen, saldırgan, yaratıcılıktan yoksun ve doyumsuz bireylere dönüşüyoruz. O beden lazım bize, hem de çok. Yaşamak dediğimiz her neyse, onu mümkün kılan bağlantı o.

Şimdi biz bu hazzı teknolojiyle yeterince alıyoruz diyenler çıkacaktır, yeterince yaşadıklarını iddia edenler. İnanabilirdim buna, eğer aksi yönde işaretler olmasaydı. Bir kere bağımlılık ile yaşamayı karıştırıyoruz. Ama daha da önemlisi, haz olsa doyum olur. Oysa ben giderek sayısı artan bir türlü tatmin olamayan bireyler görüyorum. Doyum yok. Sürekli artan bir açlık, sürekli yeni nesneler ve yeni arayışlar peşinden koşan bireyler var ve bu koşmalar arasındaki süreler de giderek kısalıyor. Aşırı tüketim de böyle çıkıyor zaten; bir türlü doyamadığımız, tatmin olamadığımız için.


Yoksa acayip tatmin oluyoruz da o yüzden mi psikologların ve yaşam koçlarının sayısı giderek artıyor? O yüzden mi hem fiziksel hem de psikolojik olarak kendimizle uğraşmaya, kuşaklar boyunca gelen sorunlar, travmalar icat etmeye, garip faaliyetlerden medet ummaya başladık. Aslında pek keyif almıyoruz bu bol teknolojili yaşamlarımızdan ama bir türlü bunu itiraf etmek de istemiyor, kendimizi keyif aldığımıza inandırmaya çalışıyoruz. Yoksa bütün dünyamız, inandığımız ana ilkeler, o büyük ilerleme masalımız, doğanın efendisi insan mitimiz çökecek, paramparça olacak. Öyle değil mi? Belki de tam tersi bir yöndeyiz. Gerçekten neyin ilerlemesi, ne ilerliyor eğer asıl olayı kaçırıyorsak?  


Durdum, tekrar etrafıma baktım. Karaada’nın önündeydik. Hâlâ tek bir kıpırtı yoktu denizin üzerinde, ara sıra geçen diğer teknelerin dalgaları dışında. Yok dedim, tümden rüzgârımı yitirmektense ara sıra rüzgârsız kalmaya razıyım. 

Kayık1934 - Timuçin Binder

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
bottom of page